|
 |
|
Clock |
|
|
|
|
|
 |
|
OYUN TANITIM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Silent Hill: Homecoming
Hiçbir canlı dünyaya bir korkak ya da kahraman olarak gelmez. Korku sonradan oluşan bir "Tehlikelere karsı duygusal tepki" reaksiyonudur. Onu yaşamamız için çok farklı sebepler vardır. Örneğin kapalı alan korkusu Klostrofobi’dir. Otuzlu yaşlarda fazlaca bayanların yaşadığı bir korku türüdür. Bir hastalık değildir, zihnin fırsatını buldukça bu bireye uyguladığı yanılsamanın yarattığı duygudur. Sudan korkan insanlaraysa Hidrofobik denir. Bu korkunun esiri olan insanlar bir su damlasını gördüklerinde terleme, baş dönmesi gibi belirtiler gösterirler. İleri seviyede Hidrofobik insanlar bir bardak su içerken bile koca bir okyanusta boğulacaklarını zannederler. Ondan hep kaçmaya çalışsak da o hep içimizdedir. Adeta beynimizdeki düşmandır korku. Üstüne gitsek de bize yeni korkular sunmak için her zaman tetikte bekler. Hiçbir canlı varlık onu yenemez.
Korku edebiyatı üzerine şimdiye kadar birçok eser yapılmıştır. Stephen King’in gerilim dolu romanlarından Alfred Hitchcock’un filmlerine, ünlü ressam Edward Munch’ün "Çığlık" tablosundan, Mısır kalıntılarındaki tanrılara kurban verme ayinlerine kadar birçok alanda kaçamadığımız bu duyguyu; başkalarının gözünden yaşayarak anlamsızca bir merakın da tetiklediği istekle korkuyu gözlemledik. Sinema dünyasında en çok yapılan türlerden biri korku filmleri oluyor. Ucuz ve izleyicileri etkileyebilme özelliği en fazla olan tür korku filmleridir. Örnek olarak sadece 15.000 dolarlık bütçesi ve 100 milyon doları aşmış hasılatı ile 1999 yapımı The Blair Witch Project’i gösterebiliriz. Bunun yanında dünyanın en çok satan romanları arasında ünlü İngiliz yazar Agatha Christine ve Amerikalı yazar Stephen King’in romanları kitap satışlarında ilk sırayı alıyor.
Teknolojinin Evrimi, Korkunun Evrimini Hızlandırdığında

Video oyunlarının evrimi, onların gelişimini sağlayan yapı taşına yani teknolojiye bağlıydı. Teknoloji geliştikçe video oyunları bizleri eskisinden daha da içine çeker bir hal aldı, çünkü yapımla seyircinin arasına interaktivite girdiğinden "Korku" kelimesinin anlamı daha da güçlenmişti.
Her şey, 31 Ocak 1999 yılında ünlü Japon oyun şirketi Konami çalışanlarının, endüstriyi daha önce görülmemiş bir şekilde sallamasıyla başladı. Ortaya çıkardıkları yapıt video oyunlarında korku temasını sonsuza dek oyun severlerin ve özellikle otoritelerin gözünde bir kült haline getirdi. Video oyunlarında ilk defa psikolojik korku türüyle karşılaşıyorduk. Bu hiçbir oyuncunun alışkın olmadığı, ama rüyalarını süsleyen bir gelişmeydi. Oyunun sunduğu korku teması o kadar derin, o kadar iyi tasvir edilmişti ki, dünya çapında birçok insan oyunu yalnız başına oynayamadığından yakınıyordu. Kapkaranlık mekanlarda geçen sinir bozucu müzikler eşliğinde elinizde sadece cızırtılı bir radyo ile dolaştığınız lanetli kasabanın, oyun endüstrisinde kendine haklı bir yer edinişini ve global anlamda on yıllık bir fenomene dönüşmesinden bahsediyoruz. Yapımcı ekip olan Team Silent’ın yönetmen koltuğunda Keiichiro Toyama’nın ve ünlü Japon besteci Akira Yamaoka’nın eşsiz eserleriyle renk kattığı bu kasabanın adı Silent Hill.
Bambaşka bir Silent Hill geliyor!
Silent Hill’e hoş geldiniz
İlk Silent Hill’in bu kadar çekici olmasındaki etken, sunduğu psikolojik gerilim türünden ziyade şüphesiz ince işlenmiş, üzerinde kafa patlatıldığı her halinden belli olan kurgulanışı ve hikayesiydi. Oyun hikayesi zamanla karşılaştığımız onlarca yan karakter olsa da, daha çok bir baba (Harry Mason) ve kızının (Cheryl Mason) etrafında dönüyordu. Yaşanan olaylardan 7 yıl önce Harry Mason ve karısı evlerinin yakınlarındaki şehirlerarası yolun kenarına bırakılmış bir bebek bulurlar. Bebeği sahiplenerek Cheryl adını takarlar. Zamanla annenin geçirdiği sağlık sorunları aileye pahalıya patlar ve anneyi kaybederler. Harry Mason’da yanına kızını alarak yaşadıkları travmatik durumdan biraz olsun kurtulmak için, Silent Hill kasabasına tatil yapmak için yola koyulurlar. Kasabanın yakınlarında yaşadıkları bir trafik kazası sonucu oyun başlar ve Cheryl’ın araçta olmadığını fark etmemizle onu bulmak için yola koyuluruz. İlk Silent Hill’in oyun sonu biter Cast’ın isimleri ekrandan süzülür ve 10 saniyelik bir görüntü ekranda belirdiğinde tüyleriniz diken diken olur. Kısacık bir görüntüdür belki ancak bu manzarayı gördüğünüzde televizyonun karşısına geçip saygıyla oyunun önünde eğilebilirsiniz.
"Teknolojinin evrimi, korkunun evrimini hızlandırdığında" başlığıyla yazıya başlamamın nedeni ilk Silent Hill oyunundan sonraki yapımların dönemin gelişmiş platformlarında, yani Sony Playstation 2 ve ilk Xbox dahil PC’de de karşımıza çıkmasıdır. Yıl 2001’dir ve teknoloji ilerlemiştir, dolayısıyla Silent Hill 2 daha korkunç görsellerle, ses efektleri ve teknik olanaklar ile oyun endüstrisine bomba gibi düşmüştür. Silent Hill 2’nin hikayesi ilk oyundan bağımsızdı. Sadece Silent Hill’de geçiyordu. İlk oyunda Tolluca Lake’in (Toluka Nehri) ardında göremediğimiz birçok yeri görme fırsatımız olmuştu. Hikayemiz karısını kaybetmiş bir adamın, James Sunderland’in üç yıl önce kaybettiği karısı Mary’den aldığı "Silent Hill" deki "Özel yerimizde buluşalım!" mektubuyla başlıyor. Derhal olay yerine gelen James, başına gelen ilginç deneyimin benzerlerinin başkalarının da başına geldiğini anlar. Kasabaya adımımızı attıktan kısa süre sonra annesini arayan genç bir kadın olan Angela ile tanışırız. Ardından benzer şekilde başka birini arayan Eddie ile tanışıyoruz. Her iki karakter de bize kasabayı terk etmemizi söyleyip duruyor. Oyunun hikayesi yine ilgi çekiciydi ve ilk oyunda bahsedilen efsanevi "Piramid Kafa" karakteriyle ilk defa Silent Hill 2’de karşılaşıyorduk. Grafiksel anlamda gördüklerimiz çok etkileyiciydi ve atmosfer yine karanlık, bolca sisli ortamlarla bizi boğmaya çalışan bir yapıda ilerliyordu ilk oyun gibi.
Hikaye Örgüsünün Bağlanışı

İlk Silent Hill’deki tüm soru işaretlerini aklımızdan silmişti Silent Hill 3. Oynadığımız ana karakterin (Heather Morris) gerçekte kim olduğunu, ilk oyundaki Harry Mason’ın (Cheryl Mason’ ın babası) akıbetini ve Silent Hill’deki bir sürü ayrıntının iç yüzü ortaya dökülmüştü. 2003 yapımı olan Silent Hill 3, genel grafik yapısı ve karakter seçimleriyle de şimdiye kadar yapılmış en iyi oyunlardan biridir halen. Silent Hill 3’ün önceki oyunlara nazaran daha fazla şiddet içerdiğini belirtebiliriz. Bir de daha önce hiçbir video oyununda, tanrının varlığı bu kadar gözler önünde işlenmemişti. Oyunun sonundaki kilise sahnelerinde ana karakterimizin tanrıyı yenmek için kalbini kusarak yemesi, Silent Hill 3’ün şiddet sahnelerinin ne kadar özenle yapıldığının küçük bir göstergesi gibiydi adeta. Oyun Sony Playstation 2 ve PC platformlarına çıktı, Xbox’ a gelmedi.
|
Silent Hill 4: The Room, Sony Playstation 2, PC ve Xbox platformlarına Japonya’da 2004 Haziran’nın da çıkmıştı. Önceki Silent Hill oyunlarına nazaran Silent Hill 4, Amerika’nın güney Ashfield bölgesinde geçiyordu. Hikaye örgüsü apartman dairesinde hapsolmuş Henry Townshend’ın etrafında şekilleniyordu. Oyun FPS modunda oynanışa izin veren ilk Silent Hill oyunu olmuştur. Grafiksel anlamda diğer Silent Hill oyunlarından farklı bir görselliğe sahipti. Oynanışa getirilen olumlu yenilikler olsa da oyun fazla orijinal ve Silent Hill elementlerinin dışına çıkmaya fazla meyilli olduğundan satışlarda akranları kadar başarılı olamamıştı.
Yeni Bir Çağ Başlıyor
Yeni jenerasyon oyun konsolları Sony Playstation 3 ve Xbox 360 platformlarına çıkacak ilk Silent Hill oyunu olacak olan Silent Hill: Homecoming, önceki oyunlardan tanıdığımız ekibin (Team Silent) yerine geçen bir Amerikan firması tarafından yapılıyor. Firmanın adı The Collective. 1997 yılında California’nın Newport sahilinde kurulan şirket birkaç film oyunu, televizyon şovunun yapımında çalışmış. Bunların arasında Indiana Jones and the Emperor’s Tomb, The Da Vinci Code, Star Wars 3: Revenge of the Sith gibi yapımlar var. Silent Hill: Homecoming için çalıştıkları ve kendilerini kanıtlama fırsatı bulabilecekleri en büyük yapımları diyebiliriz. Böyle büyük bir markanın altına ellerini atabilme cesaretini göstermiş olmaları, yayınlanan görüntülere de baktığımızda oyunun eski ruhunu kaybetme olasılığını bir nebze de olsa ortadan kaldırıyor. Oyunun güncel çıkış tarihi 2008’in Eylül ayı. Umarız zamanında çıkarabilirler oyunu.
Yapımına 2004 yılında Shadows of the Past adıyla başlanan Silent Hill: Homecoming’in hikayesi, görevden dönen 22 yaşındaki gazi asker Alex Shepherd üzerine kurulu. Yaşadığı onca zorluktan sonra eve dönen Alex, babası ve erkek kardeşinin (Joshua Shepherd) ortadan kaybolduğunu anlar. Kimliklerinin çocukluğunu geçirdiği Silent Hill kasabasında olduğunu öğrenmesiyle kendimizi yine o lanetli korkunç kasabada bulacağız. Oyundaki diğer karakterlerden bahsetmemiz gerekirse mesleğinin ne olduğu henüz açıklanmayan 22 yaşındaki Elle, Alex’ in uzun yıllardır arkadaşı. Karakter Silent Hill 2’den tanıdığımız Mary’nin bir kopyası adeta. Elle’yi yapay zekanın ya da bizim kontrol edip etmeyeceğimiz henüz açıklanmadı. Kimliği açıklanan karakterlerden sonuncusuysa Alex’in küçük erkek kardeşi olan Joshua. Oyun hakkında yayınlanan Trailer’larda Joshua’nın peşinden kanıt toplayan Alex’i görüyoruz. Alex’ten sürekli kaçan Joshua’nın ilginç davranışlarının ardında yatanları oyunun ilerleyen bölümlerinde öğreneceğiz. Bunun dışında Alex ve Joshua’nın annesi ve babası hakkında da maalesef henüz kesin bir detay yok. Trailer’larda gördüğümüz kadarıyla oyunda kullanılan silahlar şimdilik bir bıçak, demir boru ve tabanca.
Grafiklerin yeni jenerasyonun nimetlerinden faydalandığını söyleyebiliriz. Karakter modellemeleri ile animasyonları ve mekan tasarımları, yapım aşamasındaki bir oyuna göre oldukça tatminkar. Ancak üzerinde çalışılması gereken ufak detaylar var. Örneğin karakterlerin ağız hareketleri çıkardıkları seslerden önce tepki veriyor videolarda. Birkaç ufak ara sahneden oyuna geçiş bug’ı mevcut. Eylül ayına kadar bu gibi ufak hataların düzeltileceğini düşünüyoruz. Bunun dışında Silent Hill 4 faciasından sonra yeni Silent Hill: Homecoming, Silent Hill ateşinizi söndürmek için tüm ihtişamıyla geri geliyor.
GT5'ten Önce Elçisi PS3'e Konuk Oldu

PlayStation ile birlikte anılan ve senelerdir birçok oyuncu tarafından bilinen birçok isim vardır. Bu isimler artık kült olmuş, kendine ait bir fan kitlesi yaratmıştır. Metal Gear Solid serisi, Final Fantasy akla ilk gelen iki örnek. Bunlarla beraber araba sevmeyenleri bile kendisine bağlayan, her yeni oyununda yenilik ve kaliteyle gelen Gran Turismo (GT) vardır. Sunduğu gerçekçi sürüş hissi, grafikleri, çeşitli model araçları vs… kısaca her şeyiyle PS’si olmayan insana bile PS aldırmış bir seridir GT. Seneler seneler önce bende böyle bir vesileyle kendisiyle tanışmıştım. Bir arkadaşıma ziyarete gitmiştim. Bana “Elimde harika bir yarış oyunu var, eminim seveceksin” demişti. İşte o zaman GT2’yi oynamış ve hastası olmuştum. Hep PC’de oyun oynayan ben, daha sonra evde kendimi PS 1 almış ve GT2’yi oynarken bulmuştum. Aslında konsolla tanışmamı sağlayan ve beni kendisine bağlayan GT2 olmuştu. Aradan geçen senelerde serinin geri kalan tüm oyunlarını, yine ilk günkü o heyecan ve istekle yeniden yeniden oynadım. Ama şimdi belki de serinin en iyisi sayılabilecek, PS3’ün gücünü kullanan GT5’in öncü kuvveti GT5 Prologue zamanı!
Aşınan Yollar

Uzun zamandır beklenen GT5 Prologue sonunda oyuncuların (Benim gibi bekleyenler hayli fazlaydı) karşısına çıktı. Prologue’a aslında ufak bir açıklık getirelim. Prologue, asıl oyundan önce çıkan oynanabilir, öncü bir versiyon. Ancak tam sürüm değil ve daha kısıtlı. GT5P’nin tabii ki en çok dikkat çeken kısmı grafikleri. Oyun piyasaya sürülmeden önce, çoğu forumda GT5P’nin grafikleri tartışılmış ve hakkında uzun uzun yazılar yazılmış ve yorumlar belirtilmişti. Hemen baştan belirteyim, GT5P şuanda PS3’ün en iyi grafikli oyunu. Kesinlikle seriyle ilk tanışan çoğu kişiyi bile etkileyecek düzeyde harika bir görselliğe sahip. Araç modellemelerinin poligon sayısı oldukça zengin. Hatta yarışa başlarken yarışı unutup, kendinizi direk aracın güzelliğine ve grafiklerine dalmış olarak bulabilirsiniz. Modellemeler gerçekten çok detaylı ve oldukça etkileyici yapılmış. Zaten GT serisi her oyununda grafikleri tavan yapan bir görselliğe sahiptir. Bu gelenek gene bozulmamış ve aynen kendini koruyor. Polyphony Digital’e buradan bir kere şapkamı çıkartmak istiyorum. Araç modellemeleri dışında yine yollar son derece düzgün ve güzel yapılmış. GT5P’le ilgili eleştirilerden biri çevrenin detaysız ve basit olduğuydu. Çevre denildiği gibi öyle eksik ve basit değil. Oyun için yeterli. Zaten aracı durdurup yol kenarında piknik yapılmayacağı için, bu noktaya pek dikkat edilmeyecektir. Aynı şekilde kamera açıları da güzel yapılmış ki, kokpit çok hoşuma gitti. GT5P’nin harika görselliğine karşın yalnız bazı hataları bulunuyor. Bunlardan biri çok fazla olmasa da dikkat edildiğinde görülebilen AA eksikliği. Bir de fazla sayıda aracın geçişinde ufak da olsa nadiren biraz Frame’de düşüş yaşanabiliyor. Ancak bunlar geneli etkileyen eksikler ve oyunun oynanmamasını sağlayacak türden noksanlar değil.
GT5P, 1080P desteği ve harika görselleri dışında ses açısından oldukça kaliteli. Şöyle bir noktadan bahsedeyim. Polyphony Digital, her GT oyununun yapım aşamasında, gerçek araçların seslerini kayıt edip, oyuna aktarır. Elinden geldiğince en iyi ses efektlerini GT’de sunmaya çalışan bir firma. Tabii ki bu olay yine devam GT5P’de de devam ediyor. Araçların sesleri son derece gerçekçi ve oldukça tok. Grafiklerle beraber şahane sesler oyunda yer alıyor. Genel olarak GT5P teknik olarak üst derece bir oyun olmuş.
Oynanış Mekanizması
Yapımda belli miktarda paramız oluyor ve bir araba alıyoruz. Yarışları kazandıkça, para kazanıyor ve daha iyi bir model araç almak için paramızı tutmamız gerekiyor. Yarışlar Events altında gerçekleşiyor. Events içinde A, B ve C olmak üzere üç farklı sınıf var. Tabii ki en başta C ile başlıyoruz ve A’ya kadar yükselmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken en önemlisi paramızla daha iyi bir araba satın almak. A, B ve C içinde neredeyse 10 ve üstünde yarış var. Yani üst bir sınıfa geçmek için birçok yarışa katılmamız gerekiyor.
Yarıştan önce sürüş dinamiği ve diğer ayarların, profesyonel veya standart olmasını seçmemiz gerekiyor. Zaten bu karşımıza bir menü ile geliyor. Eğer seriye yeni başladıysanız standart olarak seçebilirsiniz. Ancak ben deneyimliyim diyorsanız profesyoneli seçebilirsiniz. Bu kısımda yapılan ayarlar oyun içinde oldukça etkili. Yapacağınız yanlış tercihler, ne kadar usta ve iyi bir şoför olsanız da, yarışı kaybetmenize neden olabilir. Özellikle profesyonel seçimi gerçekten zorlu olabiliyor. Profesyonel seçeneği araçta en ufak noktaya kadar etkili. Senelerdir oynadığım GT serisinde ilk defa bu kadar zorlandığımı söyleyebilirim. Deneyimli olsanız bile, profesyonel de dinamikleri, sürüşü ve aracın karakterini iyice tanıyana kadar bocalayabilirsiniz de.
"Araç modellemelerinin poligon sayısı oldukça zengin. Hatta yarışa başlarken yarışı unutup, kendinizi direk aracın güzelliğine ve grafiklerine dalmış olarak bulabilirsiniz."
Oyunun diğer bir özelliği ise aynı anda 16 aracın yarışabilmesi ve yapay zekanın kendisi. Önceki oyunlara göre daha düzgün ve zorlayıcı bir yapay zeka var. Kesinlikle yeri geldiğinde zor anlar yaşatabiliyor. Sizi sıkıştırabiliyor, hata yaptığınızda affetmiyorlar. Oyunda Single Player’da yapay zeka kesinlikle tatmin edici olmuş. Kendim yarışırken şahsen çok beğendim. Eğer tekli oyuncudan sıkılırsanız, Multiplayer yapma şansınız var. Gerçek oyuncularla yarışmak bir hayli zevkli. Özellikle Multiplayer’da sürüş kabiliyetiniz de ortaya çıkıyor. Araca ne kadar hakim ve iyiyseniz, yarışı birinci bitirme şansınız var. Yani Multiplayer’da kullandığınız araçla birlikte en önemlisi ve sizi ortaya çıkartan, sürüş kabiliyetiniz oluyor. Ayrıca online oynarken herhangi bir bağlantı kopması veya lag gibi durumla karşılaşmadım. Multiplayer sorunsuz bir şekilde oynanabiliyor.
Efsane Devam Ediyor

GT5P’de eksik olan kısımlardan biri araçların hasar almaması. Ancak ilerde gelecek bir yama ile bu da oyuna eklenecek. Artı olarak yeni modlar da oyuna eklenecek. Zaten GT5P asıl oyunun kendisi değil. Tam sürüm oyunda çok daha fazla detay, araba, hasar ve bir sürü ekstra olacak. Sonuç olarak GT5P paranızın ve PS3’ün hakkını sonuna kadar veren, harika bir yapım. Kesinlikle her PS3 kullanıcısının en aşağı bir kere de olsa oynaması gerekli.
Gangsterler Savaşı Yeniden Başlıyor

Tommy Angelo, oyun dünyasındaki efsane karakterlerden biri. Birçok oyuncunun hafızasına kazınmış efsane Mafia’nın kahramanıydı. Hatırlanacağı üzere mükemmel bir sinematikle oyun başlıyordu. Tommy, bir polisle kafede buluşuyor ve ona tüm her şeyi anlatıyordu. Bu sırada bizde onun hatıralarını oynamaya başlıyorduk. Tommy, kendi halinde bir taksiciydi. Bir akşam iki araba birbirini kovalarken, hasar alan araba Tommy’nin olduğu sokağa giriyordu. Arabadan inen adamlar Tommy’i zorla alıkoyarak, kendilerini oradan uzaklaştırmasını istiyordu. Adamları kurtardıktan sonra asıl gerçekle karşılaşıyorduk. Kurtardığımız kişi mafya babasıydı ve böylece büyük macera başlıyordu. Mafia 1’de ünlü araba yarışı kim unutabilir. İlk yarışta çoğu kimse birinci olmayı başaramıyordu. Tekrar tekrar deneniyordu. Ancak işin asıl püf noktası kestirmeyi kullanıp, diğer arabaları geçip birinci olmaktaydı. 1930’lu yılların mükemmel atmosferini yaşayan devasa bir şehirle sunan Mafia, kendisine ait bir fan kitlesi oluşturmuş ve çoğu kişi tarafından beğenilmişti. Zamanına göre harika grafikleri, seslendirmesi ve tüm içeriğiyle gerçek bir klasikti. Aradan geçen uzun seneler içinde ikinci bir Mafia beklendi, ancak ses seda çıkmadı. Fakat bu uzun bekleyiş sonunda müjdeli haber "Mafia 2" duyuruldu.
Karanlık İşlere Geri Dönüş

Aslında Mafia 2 bir aralar yılan hikayesine dönmüştü. Yapımcı Illusion Softworks’un (2K Games satın aldıktan sonra ismi 2K Czech olarak değişti) oyunun devamını yapmayacağı söyleniyordu. Ancak durum böyle olmadı. Mafia 2’de bu sefer Tommy’i yönetmiyoruz. Onun yerine Vito adında farklı bir karakter başrolde. Vito, Luca isimli bir mafya babasının emrinde çalışan biri. Tüm macera boyunca Vito’la birlikte olacağız, tabii ki bu sade bir macera olmayacak. Söylenene göre oyun resmen bir film havasında geçecek. Mafya dünyasının karanlık yönleri olduğu kadar, oyun içinde duygusal bir yön de bulunacak. Zaten 2K Czech’in üstünde en çok çalıştığı kısımlardan biri, konunun dramatik ve bir o kadar karanlık bir şekilde oyuncuya sunulması.
Yapım ilkinden daha gelişmiş bir şekilde olacak. Oyunun sadece senaryoya bağlı kalmayacağı, özgür bir ortamın da bulunacağı belirtiliyor. Senaryo gereği yaptığımız görevler, hikaye ilerledikçe daha zorlaşacak. En başta biraz daha basit amaçlar yer alırken, ileriki kısımlarda bu basitlik sıyrılacak. Ancak zorluk oyuncuyu, yapımdan soğutmayacak bir şekilde oyun içine adapte ediliyor. Mafia 1’in grafikleri zamanı için gerçekten güzel ve harikaydı. Mafia 2 de yine bu şekilde. Zaten yayınlanan ekran görüntülerine de bakılırsa, oyunun görsel olarak tatmin edici olacağı ortada. Efektler etkileyici bir biçimde oyundaki yerini alacak. Yine kaliteli kaplamalar ve modellemelerle, oyuncuya sağlam bir atmosfer yaşatmak isteniyor. Yapımda dikkat çeken yönlerden biri geçtiği 1950 yılının tasarımını, aynı şekilde ekrana yansıtması olacak. Bu yüzden çoğu noktaya dikkat ediliyor. Ses konusunda oyunun sağlam olacağı yine söylenebilir. Zaten böylesi bir yapımdan işitsel olarak kötü bir faktör pek beklenemez.
2K Czech, çoğu firmanın yaptığı gibi grafiği öne çıkartıp, içi boş olan bir oyun sunmayacak. Teknik kısımla birlikte, içeriği zengin ayrıntıların yaşadığı bir oyun olması için elinden geleni yapıyor. Oyun dünyasında fırtına estiren GTA 4’te ayrıntılar oldukça bol. Gene aynı stile sahip, Mafia 2’nin basit bir içeriğe sahip olmasını kimse istemez.
Çatışmalar Başlıyor
Mafia 1 güzel bir oyun olmasına rağmen bazı eksiklere sahipti. Özellikle yapay zekanın durduğu anlar yaşanabiliyordu. Mafia 2’de bu sefer yapay zeka daha gelişmiş olacak. Bizi yeri geldiğinde zorlayacak. İlk oyundaki problemleri bu sefer unutabilirsiniz. Oyun içinde sadece iyi yapay zekaya sahip düşmanlar yok, yaşayan bir şehir ve siviller de var. Hatta yapay zeka konusunda şehirde yaşayan halk da nasibini alacak. Koyun sürüsü gibi olmayacaklar. Bize tepki gösterebilecekler, daha akıllı olacaklar.
"Efektler etkileyici bir biçimde oyundaki yerini alacak. Yine kaliteli kaplamalar ve modellemelerle, oyuncuya sağlam bir atmosfer yaşatmak isteniyor."
Maifa 2’de kullanabileceğimiz birçok araç ve gidebileceğimiz birçok yer bulunacak. Etrafımız birçok oyunda karşımıza engel olarak çıkan görünmez duvarlarla sınırlı olmayacak. Yalnız ufak bir nokta var. Mafia 1’e mod yapılabiliyordu. Ancak Mafia 2’de bu konuyla ilgili tam olarak bir destek olup, olmayacağı belirtilmiş değil. Ama mod yapılan Mafia 1 temel alınırsa ikinci oyunda da bunun büyük ihtimal olabileceği söylenebilir. Böylece farklı modlarla daha zengin bir oyun olabilir.
Sonuç olarak şuanda beklemekten başka bir seçenek bulunmuyor. 2K Czech yani Illusion Softworks’un daha evvelki başarısı ortada. Kendini kanıtlamış, kaliteli bir yapımcı. İlk Mafia’daki kaliteyi koruyup, daha da geliştirerek ikinci oyunda da başarıyı devam ettireceklerini düşünüyorum. Eğer herhangi bir terslik olmazsa efsanenin devamına 2009 yılında kavuşabileceğiz.
EA Sports'tan 2008'in yeni hayal kırıklığı

EA Sports bilindiği üzere Electronic Arts’ın spor oyunlarıyla ilgilenen departmanı. Fakat benim bu departman ile ilgili son bir kaç senedir bazı şüphelerim var. FIFA 2008 yeni nesil konsollarda eskiye nazaran biraz daha iyi olabilir, ama PC versiyonu oynayanların bildiği gibi 2007’den neredeyse hiç bir farkı olmayan bir oyundu. İşte tam olarak bu yüzden, EA Sports’un PC bölümünde çalışanlarını, EA yetkililerini biz yeni oyun yapıyoruz diyerek uyuttuklarını, ardından da çıkış tarihi geldiğinde oyunun menülerini ve veritabanını güncelledikten sonra piyasaya sürdüklerini düşünüyorum. Tabi burada daha korkunç bir teori daha var ve bu da EA yetkililerinin de işin içinde olması. Her yıl bir ümitle elimize aldığımız oyun diskleri, yarım saat bile sürmeyen bir oynanış süresi sonunda, tozlu raflardaki yerlerini almaktan başka bir akıbete uğrayamıyor maalesef. Şimdi aranızda neden bu kadar uzattığımı soranlar olabilir. Ben de bu soruya cevap olarak yazıyı okuyacakları önceden uyarıyorum “Bu oyunu oynamayın“ neden mi?
Be a Pro

Bu yapımın üzerinde ne kadar emek harcanmış bilemiyorum, ama kesinlikle ve kesinlikle başarısız bir oyun olduğu su götürmez bir gerçek. Yapımın en iyi ve tek artısı “Be a Pro“ modu. Be a Pro’yu (BAP), FIFA 2008 oynamış olanlar biliyordur. Adıyla alakasız bir şekilde, bir takımdan bir oyuncuyu seçerek oynamanıza izin vermesiyle ünlenmiş bir mod. EURO 2008’de bir değişiklik yapılmış BAP’ı seçip başladığınızda kendi oyuncunuzu yaratıyorsunuz, isterseniz hazır bir oyuncuyu alıp milli takımınızın kaptanlığını yapıyorsunuz. Bu kaptanlık işi ne işe yarıyor derseniz, kolunuzda duran bant haricinde hiç bir özelliğiniz yok. Hani öyle birbirine giren iki oyuncuyu ayırayım, yok efendim hakemle tartışayım falan diyorsanız burada bulamazsınız. Ancak boş alanlara kaçarak pas istemek gibi eylemleri gerçekleştirebiliyorsunuz. Bunun haricinde de, eğer oyuna dayanabilirseniz, her maç atacağınız 4-5 golle turnuvayı rekor bir gol seviyesinde bitirmek dışında, size pek bir artısı olacağını düşünmüyorum. Bu modun asıl zevki ise ancak ve ancak 10 numara olarak tabir ettiğimiz oyuncu pozisyonunda ya da defans ile oynarsanız çıkıyor. Her pozisyonu denedim, hiç birinden yaptığım asistlerle, asist kralı olmamı sağlayan ofansif orta saha pozisyonundayken aldığım hazzı almadım.
Oyunda bunun haricinde turnuva modu ve hızlı bir maç yapmanıza yarayan Quick Match mevcut. Ayrıca bir mod daha var ve bunda da size verilen görevleri yerine getirerek Avrupa’nın en iyi milli takımı olmaya çalışıyorsunuz. Bu görevler de penaltı ve frikik atmak gibi amaçlar. Uzun süre olmasa da bir süre idare edecektir. Ancak bir süre sonra da oyunun yavanlığı sizi sarsacağı için eliniz “Quit “ seçeneğini arayacaksınız.
Geri kalanlar
Euro 2008’in göze hiç hoş gelmeyen grafikleri ile devam edelim. Oyun piyasaya sürülmeden önce her nerede bir resmini gördüyseniz, o gördükleriniz yeni nesil konsollar için yeniden uyarlanmış yeni nesil grafikler ve PC versiyonu ile hiç bir alakası yok. Yani bir nevi kandırıldık. Oyuna girdiğiniz anda grafik detaylarını ne kadar yükseltseniz de, çözünürlüğü ne kadar arttırsanız da değişen hiç bir şey olmadığını gördüğünüzde, siz de benim gibi hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Bir anda 2001 yılında FIFA 2001 yeni piyasaya sürülmüş ve ben de onu oynuyormuşum hissine kapıldım.
Kutu gibi bir stadyum, yeşil mermerden dizayn edilmiş oyun sahası ve kartondan kesilerek hazırlanmış birbirinin kopyası seyirciler. Tamam 90 bin kişilik bir stadyuma 90 bin ayrı insan hazırlansın demiyorum, ama bari aynı seyirciyi 2 sıra ara ile koymayıverin karşımıza. Oyuncuların görünüşü ise diğer detaylara oranla çok daha başarılı. Yine söylüyorum kesinlikle yeni nesil konsollarla karşılaştırılabilecek seviyede değiller. Ayrıca bu defa teknik direktörler de oyuna yüzleriyle birebir aktarılmışlar. Fakat vücut yapılarında bir problem olduğunu düşünüyorum. Futbolcular gerçekten kendileri gibi duruyorlar, ama gözlerindeki o boş bakışlar hala aynı.
EURO 2008’in atmosferini özetlemek istersem şöyle bir cümle yeterli olur sanırım. Bu oyunda atmosfer adı altında hiç bir şey bulamazsınız. Hayır ben gaddar değilim ama gerçekten oyunun sesleri ve atmosferi berbat. Zaten sesleri berbat olan bir oyunun atmosferinin iyi olmazı imkansız. Hele ki bu bir futbol oyunuysa. Maçlar sırasında sürekli olarak kulak tırmalayan, ne olduğu belirsiz tezahüratlar ve topa vurulduğunda çıkan “Tok“ diye bir ses duyacaksınız. Bunun haricinde boş kaleye gol attığınızda “Ben böyle gol görmedim “ diyen bir spiker ve onun yamağı adını taktığım yorumcu var. İkisi de evlere şenlik yorumları ve anlatımlarıyla oyuna hiçbir şey katamadıkları için ödülü hak ediyorlar. Yapım bu iki konuda da sınıfta kalıyor. Gerçi oyun tamamıyla sınıfta kalıyor.
Kontrollerin çirkinliğinden bahsetmeden önce, EA’nın hakkını yememek adına, oyuna ekledikleri ve bence hiç bir amacı olmayan yeni frikik sistemine değineyim. Eğer bu oyunu analog çubukları olan bir Gamepad ile oynuyorsanız, çubuklardan sağ taraftaki ile frikik atabilirsiniz demektir. Sol analog ya da yön tuşlarıyla atacağınız yönü belirliyor, sağ analog ile de önce geriye çekerek oyuncunuzun topa koşmasını sağlıyorsunuz, ardından da topa yaklaştığınızda analog’u ileriye iterek vuruyorsunuz. Bana pek kullanışlı bir sistem gibi gelmedi ama bilemiyorum, sevenleri olabilir. Bunun haricinde EA kontrolleri tamamen bir önceki oyunla aynı tutmuş. Fakat EURO 2008’e başladığınız zaman siz de fark edeceksiniz ki, kontroller ile oyunun senkron problemleri var. Bunun sebebi de oyuncuların her hareketi bir animasyon ile yapıyor olması sanırım. Yani pas vermek için tuşa bastığınızda, oyuncu pası atana kadar o hareketten vazgeçmeniz ya da hızlıca başka bir hareket yapmanız mümkün değil. Oyuncunuz animasyonunu bitirecek ve ardından top hala sizdeyse başka bir hareket yapabileceksiniz. Aynı şekilde kafa toplarında hiç bir mücadele izleyemiyoruz, çünkü hareket etmemiz olası değil. Top size doğru geldiğinde yerinize çakılmak ve hangi oyuncunun şansı yaver gidecek diye beklemekten başka seçeneğiniz yok. Hazır animasyon demişken, faul pozisyonlarında kullanılan çeşitlilik, gol sevinçlerinde kullanılmadığından, her golden sonra tuşlara abanıp oyuna tekrar başlamak isteyeceksiniz. Zaten bir süre sonra her maç 10 gol attığınız bir hal aldığından, gol sevinçleri biraz daha çeşitli olsa daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Her oyuncunun tek bir gol sevinci var ve toplamda 7-8 gol sevinci olduğunu hesaba katarsak, gördüğünüz gibi işin içine matematiği soktuğumuz zaman da ben haklı çıkıyorum
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Personal Computer |
|
|
|
Bugün 5 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı! |